Kaygı

Kayıt Tarihi: 01.01.1970 02:00 - Son Güncelleme: 20.05.2024 04:42
YAZI
A
 Bu, Akil İnsan Heyetleri tarafından hazırlanan raporların belki de en başat kelimesi idi. Evet, talepler vs. vardı ama "kaygı"Doğu'dan Batı'ya, hemen her yerde baskın duygu idi.

Kaygının kaynağı ise tahmin edileceği gibi örgüttü.

Herkes barış istiyordu, kanın durmasını istiyordu, ama ya örgüt samimi değilse...

Kaygı tabii ki beş bölgede (İç, Ege, Akdeniz, Karadeniz, Marmara) daha baskındı. Ama beş bölge ile ve sadece"Kürt olmayanlar"la sınırlı da değildi. Doğu-Güneydoğu'da da, örgüt taraftarı olmayan Kürtler -ki çok büyük çoğunluğu teşkil etmekteydi- kaygılıydı.

Kürtler'in sürece ilişkin rezervleri arasında "sorunun sadece PKK ile görüşülüyor olması, PKK'ya inisiyatif verilmesi ve süreç sonunda bölgede PKK etkinliğinin artması""kaygı"sı vardı. "PKK etkinliğinin artması"nın ne demek olduğunu, bölge insanı ve Kürtler çok iyi bilirdi.

Süreç başlayalı beri kan akmadı. Çatışma çıkmadı.

Bunlar sürecin pozitif sonuçları. Bundan memnun olmayan yok.

Ama "kaygı" hadisesi, derinleşerek sürüyor.

Kaygı sebepsiz değil

Başbakan, akil heyetlerle yaptığı toplantıda -Haziran ortası idi- sınır dışına çıkmanın ancak yüzde 15 oranında gerçekleştiğini, dışarı çıkanların da çocuk, yaşlı, kadın militanlardan oluştuğunu söylemişti. Aradan iki ay daha geçti, Başbakan bu defaki açıklamasında çıkışın yüzde 20 civarında olduğunu söyledi.

Bu süreçte güvenlik güçleri operasyon yapmadı. Tabii ki bu, örgütün toz olduğu anlamına gelmiyordu. Ancak, sürecin "Barışa doğru" evrilmesi ve tabii "silahlı yapının süreç sonunda ortadan kalkacağı" ümidine bağlı olarak, örgüt varlığına göz yumuldu.

Başbakan en son, Ülke TV'ye verdiği mülakatta, "Hazmedilemeyen bazı durumlara rağmen operasyon yapmıyoruz" dedi. Bunu bir "8 aydır süren sükûnet adına katlanma" olarak niteledi.
Bölgede olan bitenler...

Ve bir süredir "örgüt faaliyetleri çerçevesinde medyaya yansıyan istihbarat bilgileri""kaygı"ları besleyecek nitelik arz ediyor.

Bugün'de, üç gündür Gültekin Avcı'nın sütununa yansıyan bilgiler, beş bölge insanının kaygıları bir yana, Doğu ve Güneydoğu'da, bizzat Kürt vatandaşlarımızın "örgüt cenderesi" ile karşı karşıya bulunduğu görüntüsünü yansıtıyor.

Böyle bir cenderenin öncelikle Doğu-Güneydoğu'da hissedilir olması, işin tabiatı gereği. Çünkü, örgütün nihai hedeflerinden birisi, bir coğrafya parçasında hakimiyet kurmak. Bu coğrafyanın Doğu-Güneydoğu, yani Kürt vatandaşlarımızın çoğunlukta olduğu coğrafya olması da tabii.

Sivil tehdit ortamı

Süreçle ilgili plan şu idi: Silahlı mücadele bitsin, siyaset başlasın.

Örgüt ve ona sırtını dayayan siyasi çizgi, şunu biliyor: Örgüt baskısı hatta tehdidi olmazsa Kürtler nezdinde şu andaki karşılığı -ki yüzde 25-30 civarındadır- bulmak bile mümkün olmayabilir. O zaman, silahsız ortamda sanki silah varmış gibi bir sivil(!) tehdit iklimi oluşturmaya çalışılmalıdır.

Görünen o ki örgüt, yeraltı yapılanması halinde teşkilatlanan KCK'yı böyle bir tehdit iklimi için kullanmak istiyor. Bir boyutu legal olan, ama illegalitenin örtülü denetimini ensesinde hisseden bir yapı.
Bu sürdürülebilir mi, sorusu sorulabilir. Ama örgütün böyle bir siyaset planladığı gözleniyor.

Toplumdaki kaygı devlete nasıl yansıyor? Devlet kaygıyı ciddiye alıyor mu?
Alması lazım. Sanıyorum ki, bu noktada Başbakan'ın ısrarla seslendirdiği "Terörle mücadelede silah bırakılmadıkça operasyonlara son vermeyiz. Saldırırım diyene karşı bu ülkenin güvenlik güçleri herhalde 'Hoş geldin' demeyecek, gereğini yapacaktır" sözü, "kaygı"nın devlet nezdinde önemsendiğinin göstergesi olarak okunabilir.
ETİKETLER:

Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Yazarın Diğer Yazıları