On Büyük Üzücü Kötülük

Kayıt Tarihi: 01.01.1970 02:00 - Son Güncelleme: 20.05.2024 01:13
YAZI
A
 *Sünnî Müslüman çoğunluğun, üç büyük kurumda, orduda yargıda emniyette başörtüsü yasağının sürdürülmesini, gereği gibi ve yeterli şekilde protesto etmemesi ve etkili baskı yapmaması çok üzücü ve düşündürücüdür.

**

Diyanetteki binlerce Feministin, TC başlıklı resmî belgelerle yasal genelevlerde seks köleliği yaptırılmasını, bundan KDV ve gelir vergisi alınmasını, yasal genelevlerin devlet tarafından korunmasını, seks köleliğinden alınan vergilerin bütçeye konulmasını, Diyanet Başkanının, din görevlilerinin, Feminist kadın elemanların bu seksli haram ve necis paradan maaş almasını protesto etmemeleri çok üzücü ve düşündürücüdür.

**

Devletimiz iki yıldan beri yaz tatillerinde halka ve gençliğe ücretsiz Osmanlıca dersi veren kurslar açtırmış olduğu halde halkın ve gençliğin bunlara rağbet etmemesi çok üzücü ve düşündürücüdür.

**

Bunca uyarılara rağmen ülkemizde her gün milyonlarca aziz ekmeğin çöpe atılması faciasının sürmesi çok üzücü ve düşündürücüdür.

**

İstanbulda bazı semtlerde ve yollarda günün bazı saatlerinde vatandaşları kahr eden, adeta çıldırtacak hale gelen trafik konusunun idareciler ve sorumlular tarafından masaya yatırılıp halli için çalışılmaması çok üzücü ve düşündürücüdür.

**

Denize nazır Gülsuyu adlı semtin bir tür Texas haline gelmesi, teröre alet edilen bir cenazede yüzleri kırmızı maskeli militanların ellerinde kalaşnikoflarla fotoğrafçılara sere serpe poz vermeleri, devletin bu konuda o gün aciz kalması düşündürücü ve üzücüdür.

**

Gazetelerde ve tv’lerde yüzlerce bitki ilacının kanunlara ve nizamlara aykırı şekilde kimisi abartılı, kimisi yalan reklamlarının yapılması, bu sektörde çok büyük paraların dönmesi, birilerinin kolayca zengin olması, halkın aldatılması ve sağlığı ile oynanması doğrusu çok üzücü ve düşündürücüdür.

**

Son yıllarda çıkartılan millî kültür ve yapımıza tamamen aykırı kanun ve nizamlarla ailenin çökertilmesi; reissiz bir aile türetilmesi, erkeklerin tabiî haklarının ellerinden alınması, boşanmaların anormal şekilde artması, karısına biraz bağıran erkeğin mahkeme kararıyla evden uzaklaştırılması, bu karardan sonra eve yaklaştığı takdirde hapis cezası verilmesi, aşırı nafakalar, meskenin yarısının diğer eşin üzerine tescil edilmesi, uzaklaştırılmış erkeklere elektronik kelepçe takma projesi ve bunlara benzer aile yıkıcı, düzen bozucu, çökertici mevzuata karşı Müslüman çoğunluğun harekete geçmemesi, bunca yanlışı kuzu kuzu kabul etmesi doğrusu çok üzücü ve düşündürücüdür.

**

Bazı büyük gazete ve tv’lerde çok aşırı, çok iğrenç, çok rezil, çok azdırıcı müstehcen yayın yapılması, utanç verici resimler basılması; Müslüman halkın ve önderlerin bu pislikle gereği ve yeteri kadar mücadele ve etkili protesto etmemesi gerçekten düşündürücü ve çok üzücüdür.

**

Memleket çapında yaygın ahlaksızlık, soygun, rüşvet, kokuşma, uyuşturucu, haram yeme, işret, devlet eliyle kumar ve piyango, yarı resmî fuhuş ve karı kız satışı, riba, emanetlerin ehil ellere verilmemesi, haram rantlar yenilmesi, daha bunlara benzer nice fısk, fücur, isyan, tuğyan ve büyük günaha karşı Sünnî Müslümanların emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmamaları yürekleri dilhûn eden üzücü ve düşündürücü bir gaflettir.
 
 
 

* (İkinci yazı)

Din ve Devlet

DİN ve devlet münasebetleri üç şekilde olur: Birincisi, din devletidir. Bu sistemde din ile devlet birdir, özdeştir, devlet dine bağlı olarak, dinin hüküm ve kurallarına göre hareket eder. Osmanlı devleti bir din devleti idi.

İkincisi, devlet dini sistemidir. Devletin açıkça söylenmese de resmî bir dini vardır. Devlet o dine hükmeder, onu kontrol altında tutar, baskı yapar. Bugün TC’deki sistem böyledir.

Üçüncüsü: Laikliktir, yani din ve devletin ayrı oluşudur. Din sosyal bir kurum olduğu için mutlak laiklik olmaz. Avrupa’da anayasasında laiklik yazan iki devlet vardır. Biri Fransa, diğeri Portekiz. Fransa’nın iki vilayetinde laiklik yoktur. Orada devlet Katolik, Protestan, Yahudi din adamlarının maaşlarını bütçesinden öder.

Türkiye kesinlikle laik bir devlet değildir.

Laikliğin belki de yüz çeşidi vardır.

Dünya tarihinde en zalim, amansız, kanlı, vahşi, barbar laiklik Arnavutluk’ta, 1966’da ve onu takip eden yıllarda diktatör Enver Hoca zamanında yaşanmıştır. Bu adam dini, inancı, ibadet etmeyi kesin olarak yasaklamış; birkaç tarihî bina dışında bütün ibadet mekanlarını yıkıp tahrip etmiştir. Enver Hoca rejiminde ezan okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, çocukları sünnet etmek, ölüleri İslam dinine göre yıkayıp kefenleyip, cenaze namazı kılarak defnetmek yasaktı. Bu yasakları çiğneyenlere idama kadar varan cezalar veriliyordu.

Sovyetler Birliği’nde Stalin zamanında, Arnavutluktaki gibi yüzde yüz olmasa bile din, inanç ve inandığı gibi yaşama hürriyeti yüzde 99 kısıtlanmıştı. Orta Asya Müslüman ülkelerinde binlerce camiden sadece birkaçı o da göstermelik olarak bırakılmıştı. Türkiye’de 1923’te bir İslam Cumhuriyeti kurulduğu zaman İstanbul’da Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş bir Halife vardı. Kabinede sarıklı, cüppeli, sakallı bir Şer’iye Vekili (Din ve Şeriat İşleri Bakanı) bulunuyordu. Cumhurbaşkanının hanımı tam bir tesettür kıyafeti ile geziyordu. Hafta tatili Cuma idi. Bütün okullarda her gün bir saat din ve Kur’an dersi okutuluyordu. Altını çizerek söylüyorum, Cumhuriyetin ilk iki yılında açıkta oruç yiyenler, şapka giyen Müslüman erkekler tutuklanıyordu. Toplu taşıma vasıtalarında erkeklerle kadınların yerleri ayrıydı. Karma eğitim yoktu. Mahkemelerde kaynağı İslam fıkhı olan Mecelle’ye göre hüküm veriliyordu.

1924’te son Halife kovulduktan sonra dinde reformlar, inkılaplar yapılmaya başlandı.On bine yakın cami, mescid, tekke, medrese, imaret, taş mektep binası yıkıldı, satıldı, kiraya verildi.

İslam’a karşı amansız bir savaş açıldı.

Din hocaları, tarikat şeyhleri idam edildi.

Bir ara Ezan değiştirildi. Bir camide fraklı imam hutbe okudu. Namazda gerçek Kur’an’ın okunmasını da yasaklamak istiyorlardı, buna fırsat zaman ve imkan bulamadılar. Cami mihraplarına piyano konulmasını isteyen din raporları hazırlandı.

İslam’ı ya kökünden kazımak yahut reforme ederek kuşa çevirmek istiyorlardı.

Bu yaptıklarına da laiklik, din ve devleti birbirinden ayırmak diyorlardı.

Demokrasinin ve insan haklarının beşiği olan İngiltere’de laiklik yoktur. İngiliz devletinin başı olan hükümdar orada aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin de başıdır.

Laiklik cumhuriyetin, temel insan haklarının, hukukun üstünlüğünün, adaletin, güvenliğin ve demokrasinin olmazsa olmaz şartı değildir. Böyle iddialar, tarihî realitelerle uyuşmuyor, bağdaşmıyor.

Hıristiyanlıkta Allah’ın hakkını Allah’a, Sezar’ın hakkını Sezar’a verme, prensibi vardır ama İslam’da din ile dünya, cismanî iktidar ile ruhanî iktidar ayırımı yoktur.

Bizde laiklik türlü boyalara girmiştir ama her halinde egemen azınlıkların, despot vesayet rejimlerinin, askerî darbelerin aleti olmuştur.

Dine samimiyetle ve dinin kurallarına göre hizmet edilebilir…

Din birtakım alçaklar ve sefiller tarafından alet ve istihdam da edilebilir.

1924’ten bu yana Türkiye din ve rejim kavgaları ve fırtınaları içindedir.

Artık din ile barışılması gerekiyor.

Dinsiz kafir olsun, münafık Müslüman olsun İslam’ı kendi şahsî menfaat ve nüfuzları için alet ve istismar edenler bu memlekete, bu halka, bu devlete iyilik etmemişler, aksine çok kötülükler etmişlerdir.

Japonya’nın dini bizimkine benzemez ama orada din devlet kavgası var mıdır?

Türkiye bugünkü buhranlarından=krizlerinden kurtulmak, bütün insanlığa örnek olmak istiyorsa, yapay din-rejim kavgalarına son vermeli, İslam’la barışmak için neler yapılmak gerekiyorsa onları cesaretle yapmalıdır.

Anglikanlık İngiltere’nin, Şintoizm Japonya’nın kalkınmasına engel olmuyorsa, İslam da Türkiye’nin mânen ve maddeten kalkınmasına, huzur ve istikrar bulmasına engel olmaz.

Türkiye’ye yüz yıla yakın bir müddetten beri kan kusturan egemen azınlıklar, vesayetçiler acaba İslam ile barışabilirler mi?

11.10.2013

ETİKETLER:

Mehmet Şevket Eygi

Mehmet Şevket Eygi

Yazarın Diğer Yazıları