Tekke Semahanesinde Düğün Yapılmaz

Kayıt Tarihi: 01.01.1970 02:00 - Son Güncelleme: 20.05.2024 00:59
YAZI
A
 TEKKELERİN semahaneleri, meydanları öncelikle mesciddir, camidir; o mekanlarda, İslam dininin imandan sonra ikinci şartı olan namaz ibadeti yerine getirilir.

Mesela, mevsimine göre akşam veya yatsı namazı çok güzel ve dikkatli şekilde cemaatle kılınır, ardından tesbihat yapılır, dua edilir, bir aşr-i şerif okunur; ondan sonra tarikatin usul ve erkanına göre zikrullah yapılır.

Namaz İslamın direğidir. Namaz terk veya ihmal edilirse din sarsılır, yıkılır, tarikat da…

Namaz, Şeriatin birinci maddesidir. Namazsız tasavvuf, tarikat olmaz.

Şöyle bir vak’a duydum:

İstanbulda tarihî bir tekke restore edilmiş, idaresi birilerine verilmiş. Tekkenin büyük semahanesinde bir düğün yapılmış. Durum Başbakanımıza ulaştırılmış, çok üzülmüş ve haklı olarak öfkelenmiş, bu saygısızlığı yapanları kınamış ve değiştirmiş.

Bu tekkeyi gördüm. Mihrabın önüne, duvar gibi bir set yapılmış, konuşmacılar arkalarını kıbleye dönerek konuşuyor. Harap olmadan önceki halinde tekke bir hat müzesi gibiymiş. Şimdi bir tek ayet, hadîs, ism-i Celal, ism-i Nebi, Hulefa-i Râşidîn levhası yok. O mukaddes mekan yazısız kalmış.

Tekke büyük bir arazi içinde. Bir kenara küçük bir mescid yapmışlar, tavanı çok güzel olmuş ama orada da levha yok.

Namaz kılmak için o küçük mescide girdim. İçeride bir cemaat vardı. İmama baktım, başı açık olarak namaz kıldırıyordu. Geride bir sehpa içinde sarık ve cüppe vardı ama o esnada imamlık yapan zat bunları giymemişti. Ben de kendisine uymadım...

Başbakanımızı, eski tekke binalarını tamir ettirdiği için candan tebrik ediyorum.

Tekkelerin hepsinin vakfiyeleri vardır. Bu vakfiyelere mutlaka uyulması gerekir.

Hizmete açılan tekke binalarında ayda hiç olmazsa iki defa, hangi tarikatin tekkesi ise, o tarikatin erkan ve usulüne göre zikrullah yapılmalıdır.

Bütün hak tarikatlar Tarikat-ı Muhammediyedir. Nakşî, Kadirî, Mevlevî, Rufaî, Halvetî gibi isimler şube ismidir.

Tekkelerin mescidleri, mescid ve zikir yeri olarak muhafaza edilmelidir. Buralara ayakkabı ile basılmamalıdır.

Yeni restore edilen tekkelerde zikir yapılacaksa (ki mutlaka yapılmalıdır), icazetli şeyhler aranıp bulunmalı, onların derviş ve muhibleri toplanmalı ve vakit namaz kılındıktan sonra meydan açılmalıdır.

Vakıf eserlerinin vakfiyelerindeki şartlar ihlal edilirse ülkenin, idarecilerin, Müslüman halkın, sorumluların başlarına birtakım sıkıntılar gelmesinden korkulmalıdır.

Vakfiyelerde, benim bu vakfımı bozanlara Allah lanet etsin gibi şartlar vardır.

Fatih Sultan Mehmed Han, Ayasofyayı cami yapmış ve vakfiyesine “Benim bu camimi camilikten çıkartanların üzerine Allahın laneti olsun” diye yazdırmıştır. On yıllardan beri bu lanetin gölgesi altındayız… Memlekete oldukça din hürriyeti geldi ama Ayasofya hâlâ müze…

Ayasofyanın Sultan Üçüncü Ahmed çeşmesi karşısındaki Hünkâr mahfelinde artık namaz kılınıyor. Buranın ibadete açılmış olması lanet şartını kaldırmaz.

Müslümanlar o hale geldi, o hale düşürüldü ki, o ulu mabed ibadete açılsa ne olacak?

Dört minaresine kırk hoparlör koyarlar… Yüz otuz desibel bağırırlar. Açıldıktan sonra birkaç hafta, bilemediniz birkaç ay meraklılar gelir, bir iki saf cemaat olur. Çoğu yazın tişörtlü, kot pantolonlu Müslümanlar…

Ayasofya açılsa, mihrabına geçireceğimiz, minberine çıkartacağımız, kürsisine oturtacağımız kaç büyük hocamız vardır?

Ayasofyanın mihrabına namaz kıldırma memuru geçiremeyiz.

Ayasofya cami-i şerifi imamı icazetli alim ve fakih olacak… Mükemmel Osmanlıca bilecek… Aruz bilmeyen, ebced hesabı ile tarih düşüremeyen bir zat hiç oraya imam olabilir mi?.. Mükemmel Arapça bilecek, mükemmel Farsça bilecek… Mükemmel kültür İngilizcesi bilecek, bu lisan ile ilmî araştırma kitapları telif etmiş olacak…

İmam efendinin tasavvuf tarafı da olacak… Tek kanatla uçulmaz…

Ayasofyanın eski hatiplerinden biri şaheser ebrular yaparmış. Hatip ebrusu…

Osmanlının son zamanlarında mübarek Ramazanlarda Ayasofyanını bir köşesinde Tarikat-i aliye-i Nakşibendiye meşayihinden Şeyh Abdülhakim Arvasî hazretleri vaaz edermiş… Diğer bir köşesinde Tarikat-i seniyye-i Mevleviyye meşayihinden Ahmed Remzi dede efendi… O zamanlar hoparlör denilen bela olmadığı için sesler birbirine karışmazmış…

Yerli ve yabancı ressamların Ayasofyanın içiyle ilgili eski yağlıboya tablolarına ve gravürlerine bakarsanız oradaki zengin fakir bütün cemaatin ihtişamlı, güzel islamî kıyafetleri dikkatinizi çeker. Sarıklar, cüppeler, kaftanlar, lihyeli manalı çehreler… Bu vakur cemaat içinde bir tek kot pantolonlu, üzeri yazılı veya resimli tişört giymiş, kışın parkalı başı açık kimse yoktur.

Ayasofya açılırsa avlusuna kocaman bir yer altı tuvaleti yapıp, görünecek yerlere WC… WC… WC… Men… Women… One Turkish Lira… diye yazarlar mı acaba?

Her neyse, restore edilen büyük tekkenin mübarek, muazzez, muhterem camiinde düğün yapılması konusuyla başladım, nelere geldim…

 
 

(İkinci yazı)

Ümmetsizlik Felaket ve Âfeti

SON yirmi otuz yıl içinde Türkiye Müslümanlarının başına gelen büyük felaket ve afetlerden biri, onların büyük bir kısmının korkunç bir hizipçilik, parçacılık, grupçuluk anarşi ve kaosu bataklığına düşmüş olmalarıdır. Sizin deyin beş yüz, ben diyeyim bin cemaat, sekt, İslamcılık ve parçadan oluşan bir mozaik… Ümmet kelime, kavram ve değeri ağza alınmıyor…

Dıştan dindar görünen nice Müslüman, futbol kulübü tutar gibi çılgınca cemaatçilik yapıyor.

Sekt, cemaat, tarikat, dernek, meşreb, vakıf taassubu bir tür ırkçılık değil midir?

En azından Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlarının, bir Ümmet çatısı, teşkilatı, riyaseti altında ve içinde birleşmeleri gerekmez mi?

İslamî kesimde en az yapılan edebiyat; birleşme, vifak, ittihad, tesanüd, Ümmet ve İmamet konusundadır.

Bir kısım cemaatler, mübarek Ramazan aylarında papazlarla, patriklerle neşeli ve muhabbetli iftar ziyafetlerinde buluşabiliyor da; niçin çeşitli meşreblere mensup Müslüman şeyhler, hocalar, hocaefendiler, büyükler, ağabeyler, üstadlar, pek muhteremler senede hiç olmazsa on kere bir araya gelemiyor?

Birileri gelmek istemiyormuş… İslam ahlakı ne diyor? Kardeşin sana gelmezse, sen ona git…

Türkiye Müslümanlarını kimler, hangi derin güçler bugünkü param parça hale getirmiştir?

Bu parçalanma rahmanî midir, şeytanî ve tağutî midir?

Rahmanî olmadığında hiç şüphe yok.

Şeytanî ve tağutî olduğunda da hiç şüphe yok.

Bizi bu günkü parçalanmışlığa, bölünmüşlüğe, ittihadsızlığa öncelikle nefs-i emmarelerimiz getirmiştir.

İslam ve Müslüman düşmanı tağutî cephe biz Müslümanlara şunları emr ve telkin etmiştir:

Ey Müslümanlar! Bölününüz… Parçalanınız… Bin fırkaya ayrılınız… Bu fırkalar birbirinden kopuk olsun… Birbirinizle çatışınız, çekişiniz, tepişiniz… Her kafadan ayrı ses çıksın… Bilen bilmeyen din ve inanç konularında laf etsin…

Biz Müslümanlar bu emir ve tavsiyelere evet mi demişiz, hayır mı?

Rahman biz mü’min kullarından ne istiyor? Birlik istiyor… Tek bir Ümmet olmamızı istiyor… Din konusunda kendi re’y ve hevamızla konuşmamızı istemiyor; içimizdeki râsih ulema ve fukahaya uymamızı istiyor…

Müslümanlar parçalanıp bin İslamcılığa ve cemaate ayrılınca ne oldu?

Dinin temeli ve ana diğeri olan namaz kılma oranı yüzde ona düştü.

Zekatlar doğru dürüst verilmez oldu. Zekat eşkiyasına gün doğdu.

Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapılmaz oldu.

Emanetler ehline tevdi edilmez oldu.

Müslümanlar zelil, esir, ezik, rüsvay oldu.

Ümmet olmazsa, İmamet olmazsa, üniter hiyerarşi olmazsa olacağı bu değil miydi?

Bir kısım Müslümanlar futbol kulübü tutar gibi parça holiganlığı, militanlığı, fanatizmi yaparsa elbette böyle olur…

Ümmet birliği…

Ümmet teşkilatı ve hiyerarşisi…

Kendisine biat ve itaat edilen ehliyetli, taqvalı, âdil, zâhid, âbid bir İmam-ı Kebir…

Namazın dosdoğru kılınması…

Şeytanlardan ve tağutlardan yüz çevrilip Rahmanın Kitabına, emirlerine, öğütlerine kulak verilmesi…

Resulullahın (Salat ve selam olsun ona) yoluna ve Sünnetine girilmesi…

Din konusunda tartışmalara son verilmesi, Sevad-ı Âzam dairesine girilmesi, cadde-i kübradan yürünmesi…

Bu dediklerim birlikle, Ümmetle, İmametle, ittihad ve vifakla olur ancak.

Türkiye Müslümanları henüz vakit varken Ümmet haline gelmez ve ehliyetli bir İmama biat ve itaat edip Şeriat dairesi içinde toparlanmazlarsa akıbetleri Mısır ve Suriye Müslümanlarından beter olur.

Birlik isteyen Rahman’a uymaz, tefrika isteyen Şeytana uyarsak bizim için nurlu ufuklar yoktur.

Bozuk düzenini haram, necis, kirli, kara rantlarını iğtinam edenler birleşirler mi hiç?

Birleşmezler. Onlar ser-hoştur, mesttir, uyurgezer gibidir. Görmezler, duymazlar, uyanmazlar…

Ey vicdanı temiz, haram yemez, sahih itikatlı Müslümanlar! Bari siz uyanının, harekete geçin ve birleşmek için bir şeyler yapın…

ETİKETLER:

Mehmet Şevket Eygi

Mehmet Şevket Eygi

Yazarın Diğer Yazıları