Hakk’ın divanında hakkımızı alabilecek miyiz?

Kayıt Tarihi: 01.01.1970 02:00 - Son Güncelleme: 17.05.2024 02:46
YAZI
A
 Hakk’ın divanında hakkımızı alabilecek miyiz?

 

İnsanlar bugünlerde yine biraz daha farklı ve tezat konuları tartışmaya başladılar. Bana göre kimse özünde ekmek ve aş derdinde değil. Sözüm meclisten dışarı ama kimse işine gelmediği sürece kul hakkı, Allah korkusu içinde de değil...

Pazartesi günü saat 16 sularında Kunduracılar durağında bindiğim tramvayda, Kültür parkı durağına gidinceye kadar girdiğim günah hâla içimi acıtıyor.

İşin o noktasına gelmeden Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi’nden Halil Selçuk Biricik Bey’in bir süre önce sosyal medyada paylaştığı “Karınca ve Kanuni” yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum  

“KARINCA VE KANUNİ”

İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda bulunan has odanın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyeti altına alan Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’dan başkası değildi.

Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar, ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi. O gün ağaçlar, deniz bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti.

Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı.

Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını.

Aklına bir çözüm yolu geldi.

Ağaçları ilaçlatacaktı.

Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı.

Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı.

Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirlerdi.

İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanuni, bu konuyu danışmak için Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hoca Efendi’nin odasına gitti. Ama hoca odada yoktu. Hemen orada bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebi bir üslupla yazdı ve Ebussuud Efendi’nin rahlesinin üzerine bıraktı.

Birkaç saat sonra Ebussuud Efendi odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde yazılı bir kâğıt görmüştü.

Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, Kanuni’nin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.

Kanuni bir ara tekrar Ebussuud Efendi’nin odasına uğradı. Ebussuud Efendi yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü.

Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başlayınca yüzünde bir tebessüm belirdi.

Kâğıdın üst kısmında Kanuni’nin yazdığı sual vardı.

Kanuni şöyle diyordu:

“Meyve ağaçlarını sarınca karınca

Günahı var mı karıncayı kırınca?”

Ebussuud Efendi soruyu şöyle cevaplıyordu:

“Yarın Hakk’ın Divan’ına varınca

Süleyman’dan hakkın alır karınca...”

……………..

Tekrar pazartesi günü ikindi vaktine dönüyorum.

Malum hava sıcak mı sıcak basık mı basıktı.

Gazetede de öyle yoğun bir çalışmamız vardı ki nefes alamadık desek abartmamış oluruz. Allah yokluklarını göstermesin dost, tanıdık, okur derken ziyaretçi akını hiç ara vermemişti.

Mesela odamızda bir ara İstanbul, Aksaray, Konya, Yalıhüyük’ten gelen dostlarımızı aynı anda ağırlamaya çalışıyorduk.

Saat 16.30’da Rektör Hakkı Hoca ile randevumuz olduğu için gazeteden fırladık ve ilk gelen tramvaya bindik. Müsaade ala ala tramvayın en arkasına doğru ilerliyorduk.

En arkadan önceki vagonda bir boş koltuk dikkatimi çekti. Kapıya da yakındık. Şık türbanlı bir bayan iki kişilik koltuğun kenarındaki koltuğa oturmuş, pencere tarafındaki koltuğa da kitabını koymuş. Düşündüm belki de yanına kimsenin oturmasını istemiyordu. Olabilirdi ama o koltuğa bir bayanın oturmasına müsaade edebilirdi.

Çünkü kapının önünde de kadınlı erkekli dört beş kişi vardı.

Neyse biz o bölümü geçtik biraz daha ileriye giderek o noktayı çözmeye çalışıyorduk.

Bu bayan önünde oturan iki bayanla konuşup gülüşüp hiçbir şey yokmuş gibi istifini bozmaz iken oradan geçmekte olan herkes sadece o bayanın kitabının oturduğu(!) boş koltuğa bakıp ilerliyordu.  

Acaba o bayan, kitabını koltuğa oturtmak için ücretini de ödemiş miydi?

O anlarda çok günaha girdim.

Sıcakta, tramvayın adamı bayan o bunaltıcı atmosferinde ayakta gelip geçen insanlarımıza baktım.

Koltuğu ve kitabı gören bayanlar bile tepki vermiyorlardı.

O anda İstanbul’da yaşananları tepkileri düşündüm.

Ortada bir çelişki olduğu aşikardı.

Daha sonra o üç bayan Kültür Park durağında tramvaydan indiler.

Dün sabah bilgisayarımın başına geçtiğim zaman hâla o bayanda idim.

Sonra Halil Selçuk Bey’in bu yazısını bir kere daha okudum ve hâla diyorum ki “Yarın Hakk’ın divanına çıkınca eğer varsa bir hakkımız asla ama asla o bayana helal etmiyorum…”   

 

GÜNÜN OKKALI SÖZÜ

Eğitim kıvılcımla ateş yakmaktır, boş bir kabı doldurmak değildir.

 

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Esnafımız müşteriye karşı nazik ve kibar olduğu zaman ADAM oluruz

ETİKETLER:

Uğur ÖZTEKE

Uğur ÖZTEKE

Yazarın Diğer Yazıları