Yaşanmış hadiselerle bir Konya ve Konyalı tahlili

Kayıt Tarihi: 01.01.1970 02:00 - Son Güncelleme: 17.05.2024 12:09
YAZI
A
 Sabah akşam mesleğimiz gereği şehri turluyoruz. İş adamlarımızla, şehri yöneten büyüklerimizle, elindeki sap süpürgesi ile toz duman içerisinde kaldırımları süpüren temizlik işçisiyle, emekli olmuş öğretmenimizle, işsiz üniversite mezunu gençlerimizle oturup konuşuruz.

Onların gözünden şehri görmeye çalışıyoruz.

Bu bizim mesleğimiz. Doğru, güzel ve tarafsız tespitler yapmalıyız.

Tespitlerin içerisinde de yazabileceklerimizi yazmalıyız diye kendi dünyamızda çırpınıp duruyoruz.

Tabii bizim kendilerini dinlediğimiz insanlarımız her kesimden.

Mesela geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir program sırasında Sayın Mustafa Kabakcı’dan Konya ve Konyalılar ile ilgili yaşanmış olayları dinliyordum.

İnanın bazılarını dinlerken ağladım. Hele hele Hadimli o teyzenin dediklerini dinlerken o kadar milletin içinde gözyaşlarımı tutamıyordum

İyisi ile kötüsü ile neşesiyle dramı ile işte tek kelimeyle biz buyuz.

Bu çok hoşuma giden örnekleri Sayın Vekilimizin de izni ile sizlerle paylaşmak istiyorum.  

DİKKAT TELEFONLARA YAĞ BASILACAK

Bir dost meclisin de oturduk konuşuyoruz. Mevzu geldi “akıl mı; zekâ mı önemli?” sorusunu dayandı.

Alev Alatlı Hanımefendi’nin bir misalini aktardım.

Bir maymun dalda gördüğü muzu sarmaşık ve çubukları kullanarak düşürür ve yer. Bu onun zeki olduğunu gösterir. Aynı maymun muzun niteliğini ve niceliğini düşünemez çünkü bu aklı gerektirir.

Milletimiz aklı kullanmaktansa zekâyı kullanmayı tercih eder.

Dinleyenler bu tespite itiraz ettiler.

Bir deneme yapmaya karar verdik.

Yazdığım notu, sesinde emredici memur tonu ile tanınan bir arkadaşa verdim.

Ortak arkadaşlarımızdan tespit ettiğimiz üniversite mezunu 20 arkadaşı sıra ile aramaya başladık.

Arkadaşımız bir komut edasında notu okuyor.

-İyi günler burası PTT. Ana bakım merkezi, biraz sonra hattınızda bulunan telefonlara yağ basılacaktır. Etrafın batmaması için lütfen tedbir alır mısınız?

-Nasıl anlamadım?

-Efendim burası PTT. Ana bakım merkezi biraz sonra hattınızda bulunan telefonlara yağ basılacaktır etrafın batmaması için lütfen tedbir alır mısınız? Abone olarak sizi uyarıyorum, zarar vermek istemiyoruz.

……………..

Talimatın neticesini kontrol ediyoruz.

20 kişiden 19 kişisi telefonu ya poşete koymuş, ya altına tabak koymuş, ya da halıyı toplamış.

Eczacı bir arkadaş fakstan çok yağ geleceği kanaati ile komşu pastaneden baklava tepsisi almış, bir başka arkadaşımız telefona bağlı alarm cihazından gelecek yağın duvarı batıracağından korkmuş

Gülmek mi! Ağlamak mı?

Aklın hakim olduğu günlere inşallah.

YAĞMUR İNŞALLAH ÇABUK GEÇER

Mahalle arasına asfalt dökülmekte, asfalttan da o sıcak dumanlar yükselmektedir. Birden bire şiddetli bir yağmur yağmaya başlar. Mahalleliler ve çalışan işçiler bir saçak altına koşmaya başlarlar. 

Durumu gören iki mahalleli ise arasında koşuşturmayı yorumlar:

-Şu rahmetin de yağması iyi olmadı asfalta zarar verir şimdi.

Öbürü de duasını eder;

-İnşallah çabuk geçer.

AYAKLARIM ÇAMUR DEVLETİN

MALINI BATIRMAYAYIM

Karayollarının portakal rengi kamyonu ile yoldayız. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor silecekler zorlanıyor.

Hadim-Taşkent Yolu’nu tamamlamak üzereydik, zamansız yaz yağmuru işimizi yarım bıraktırdı.

Servis yolundan Hadim’e ulaşmamız lazım.

Her yer çamur deryasına dönmüş durumda. Yol kenarında biriken sular ufak dereler halinde akıyor.

Kamyonumuz yokuş yukarı çıkarken zorlanıyor, sileceklerin zorlanarak açtığı aradan yokuş yukarı hareket halinde çalı yığınını fark ettim. Şoförümüz Hasan da onu fark etmişti. Durdu. İndim.

İhtiyar bir teyze yapış yapış olmuş başörtüsü adeta çalıların arasında kaybolmuş durumda.

Durdu yüzünden akan yağmur sularına rağmen bana gülümsedi.

-Buyur yavrum,

-Yağmur sıkı yağıyor teyze arabaya bin de seni götürelim. Kusura bakma şoför mahalli dolu. Üstüne bineceksiniz.

-Olur, yavrum sağ olun.

Elbirliği ile sırtındaki çalı yığınını kamyonun kasasına attık. Binebileceği yeri gösterdim. Durdu, çamurdan görünmez hale gelmiş kara lastiklerini çıkarıyor.

- Teyze gerek yok öyle bin.

 Kafasını kaldırdı.

- Yavrum ayaklarım çamur devletin malına kıyamam, batırmayayım.

 Baktım, baktım, iyi ki yağmur yağıyor; gözyaşım yağmura karıştı.

İSTANBUL’DA NAKLİYE

AMBARI OLAN İŞ ADAMI

Bir iş görüşmesi için İstanbul’dayım. Zaman konusunda dikkatliyim. Randevu saatinden beş dakika önce adresteyim.

Sekreter hanım içeri buyur etti İstanbul’a ait nezaket ve ikram.

Oturduğumuz odanın kapısı açıldı beyazlamış saçları ile güngörmüş olduğu her halinden belli olan bir zat içeri girdi.

İşadamı saygılı bir biçimde ayağa kalktı.

-“Babam” dedi. Toparlandım.

-Baba Konya’dan geleceğini söylediğimiz misafirimiz Mustafa Bey.

Ayağa kalktım karşımda durdu. Dost bir yüz ve derin bakışlarla karşı karşıyayım.

-Hoşgeldin evladım, izin verirseniz sizi kucaklayabilir miyim?

Yıllarca ayrı kalmış bir dost sıcaklığında kucakladı.

-Ben yıllarca nakliyecilik yaptım. Nakliye ambarım vardı. Konyalı kamyoncular gelirdi ne mübarek ne temiz insanlardı. Güven, doğruluk, saflık o günleri hep hasretle anarım.

İsimlerini saydı soyadlarını hatırlamıyordu hatıraları vardı.

Dua rahmet Konya resmini inşaa edenlere.

O KADAR YEMEĞİ HAZMETTİN DE

Hacıveyiszade Mustafa Efendi Aziziye’den çıkar, ders vereceği öğrenciler vardır. Onları bekletmemeliydi.

Biri koşarak yanına yaklaşır

-Hocam, hocam!

Hoca döner cemaatten biri.

-Buyur evladım

Cemaatteki şahıs heyecanla anlatmaya başlar;

-Hocam, akşam Ali Efendigil’de yemekteydik Mehmet Hoca aleyhinde konuştu, çok canım sıkıldı.

Hacıveyiszade Mustafa Efendi sanki cümlenin sonunu hiç duymaz

-Ali Efendi’nin hanımı Osmanlı hanımıdır. İkramı da sever neler yediniz?

-Hocam su böreği, bamya, patlıcan ortası, sütlü, sarma, saç arası, yemekte yemekti doğrusu.

-A yavrum, o kadar yemeği hazmettin de iki lafı hazmedemedin mi? Hadi git işine. Lafı düştüğü yerde bırak. Hayırlı işler.

Kızaran yüz, gülen göz yürür…

Özlüyoruz kendisini…

………………….

Şehrimizde bire bir yaşanmış bu hadiseleri bizlerle paylaştığı için Sayın Vekilimiz Mustafa Kabakçı Bey’e huzurlarınızda bir kez daha teşekkür ederim.

GÜNÜN OKKALI SÖZÜ

Gerçek tasavvufçu, hiç bir insan gözünün görmediği, kulağının işitmediği, gönlünün sezmediği şeyhleri bilir. Onları halka, kafalarının alabileceği şekilde anlatır. Ama aslını içinde gizler. Eğer halk bunu öğrenirse, kendisini öldürür.

 

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Karşımızdaki insanın meramını sonuna kadar dinleme olgunluğunu gösterebildiğimiz zaman ADAM oluruz.

ETİKETLER:

Uğur ÖZTEKE

Uğur ÖZTEKE

Yazarın Diğer Yazıları