İş, ücret, sosyal güvence ve de sosyal hayat

Kayıt Tarihi: 01.01.1970 02:00 - Son Güncelleme: 17.05.2024 18:31
YAZI
A
 İzninizle bugün kaldığımız yerden dünkü yazımızı noktalamak istiyoruz.

Bir garson için bin 100 liranın yeterli olmadığını savunan garson arkadaşlarımızla yaptığımız sohbette hatta zaman zaman tartışmada önce şunu ifade edeyim kiarkadaşlarımız samimiydi.

Belki mesleğin ağır şartlarından dolayı da çok doluydular.

Bizimle görüşen arkadaşlar asla bir garson için bin 100 liranın yeterli olmadığını ısrarla savunuyorlardı.

Hele hele biri var ki hep “Bizim sosyal hayatımız yok abi. Cumartesi pazarımız yok ki” diyordu.

Hatta yanılmıyorsam bu arkadaş cumartesi ve pazarı olmadığı için dahası sosyal hayatı olmadığı için 18 yıl önce eşinden bile ayrıldığını söyleyerek ısrarla sosyal hayattan söz ediyor ve haklılığını aktarıyordu.

Sık sık karşımdaki insan ile empati yaparım.

Garsonluk yapan okurlarımızın çalışma şartları ağırdır. Bunu kabul ediyordum. Çünkü şu anda bile pek çok restourantta çalışan garsonluk, şef garsonluk yapan dostlarım var.

Onların üç beş kuruş harçlık için gündüz bir yerde gece başka bir yerde, haftalık izin gününde de falanca yerde nasıl ekmek mücadelesi verdiklerini biliyorum.   

Tek anlayamadığım bir konu vardı.

İşte dün size bin 100 liraya çalışan bir üniversite mezunundan söz etmiştik.

İsterseniz bırakın başkalarından kendimizden küçük bir örnek verelim. Belki o zaman konuyu daha iyi anlatabiliriz.

Üniversite mezunu muhabirdim. Spor Müdürüm rahmetli Galip Yenikaynak, Yazı İşleri Müdürüm rahmetli İbrahim Sur abimdi.

Nişanlı idim. Ne cumartesi, ne pazar bilirdim. Yaptığımız işte sadece muhabirlik değildi. Büyüklerime, misafirlerine çay servisi yapar, gerektiği zaman da müdürlerimin evleri için gerekli malzemelerini bile çarşı pazardan alır taşırdım. Hem de zevkle memnuniyetle.

Aradan 36 yıl geçmiş.

Hala cumartesi ve pazar günleri çalışırım. Haftalık izin yapmam. Benim hayatımda mesai diye bir kavram asla yoktur. Değil muhabirler, stajyerlerden bile önce gazeteye geliriz. Gazeteye ilk olarak açtığımız günlerde vardır. Yakın zaman kadar katımızdaki çay ocağını yakıp çayı demler, bir gün öncenin bulaşığını yıkayıp temizliğini yapardık.

Bizim muhabirler de haber bulma, haber yazma dışında gün içerisinde sürekli olarak bize çay kahve servisi yaparlar.

Genç muhabirlere hep bu işte başarılı olmak istiyorlarsa gece gündüz, pazar pazartesi demeden tam gün çalışmalarını, tatil ve mesai diye bir kavrama kilitlenmemeleri gerektiğini hatta kız arkadaşla, erkek arkadaşla, pastane sinema gibi boş vakit değerlendirme(!) olgusunun iyi bir gazeteci için geçerli olmadığını söylerim. 

Kendi mesleğimiz için yine inancım şudur ki ben ne kadar çok çalışırsam önce kendime çalışmış olurum.

Bizim muhabirler de ne kadar özverili ve ne kadar çok çalışırlarsa önce kendilerine çalışmış olurlar daha sonra gazeteye çalışmış olurlar.    

Bu yüzden de mesleğimiz ne olursa olsun, sektörümüz ne kadar yıpratıcı ve yorucu olursa olsun günümüzde  bir hayat kadar önemli ise iş, aş diyorsak sosyal hayatın bunlardan sonra geldiğine ve asla olmazsa olmazlarımız arasında görülmemesi gerektiğine inanırım.

Belki de zaten okurumuz olan garson arkadaşlarla anlaşamadığımız tek konu da buydu.

…………..

Bu arada pazartesi günkü hayırsever şehir Konya için yazdığımız yazı üzerine Muhammed Burak Öztoklu isimli okurumuz ne diyordu:

“Uğur bey hayırlı günler,

Yazılarınızı düzenli olarak takip etmekteyim. Konya gündemini ne kadar yakından takip ettiğinizi ve Konya’yı ilgilendiren her konuda fikir belirtmekten çekinmediğinizi, bu bağlamda Konya’daki hemen hemen tüm kesimler tarafından yakinen takip edildiğinizi bilmekteyim.

Bu bağlamda fikirleriniz bizler için de önem arz etmektedir.

Dün yaşadığım bir hususu sizinle paylaşmak istedim.

Akşam ailemle birlikte Alaaddin Tepesi’ne çıktık ve Alaaddin Tepesi’nde tabiri caizse bekleşen bir sürü insan gördük. Öbek öbek toplanmışlar, üstleri başları yırtık, eski ve baya kirliydiler.

Bunlar kimdir neden buradalar derken, aralarındaki konuşmalara şahit oldum ve Suriyeli olduklarını anladım. Hepsi Arapça konuşuyordu.

Alaaddin Nikah Salonu’na yaklaşınca anladım, hepsi perişan halde orada ikamet ediyorlardı.

Nikah salonunun etrafını mekan edinmişler, bavulları, üstleri başları, yanlarında ne getirebildilerse hepsini nikah salonun duvarına yığmışlar, nikah salonunun balkonunun altını da koğuş haline getirmişler orada yatıyorlardı.

Bugün sabah ''Hani Konya hayırsever bir şehirdi?'' başlıklı yazınızı okudum ve aklıma direk dün gördüğüm insanlar geldi.

Acaba bu gelen insanlardan belediyemizin ve Konya kamuoyunun haberi var mıydı diye aklımdan geçti.

Yerel gazetelerde ve televizyonlarda bu mültecilerle ilgili herhangi bir habere de rastlamadım.

Sizlerin kaleminizden çıkan yazıların kamuoyu ve belediye tarafından yakından takip edildiğini bildiğim için konuyu sizinle paylaşmak istedim”.

GÜNÜN OKKALI SÖZÜ

Herkes türküsünü elbet kendi sesiyle söyler! İnsanın dili boynuna kement olur mu?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kucaklarında çocukları ile bisiklete binen babalar trafiğe ters yönde bisiklet sürmedikleri zaman ADAM oluruz.

ETİKETLER:

Uğur ÖZTEKE

Uğur ÖZTEKE

Yazarın Diğer Yazıları